Şiirde ‘kurumsal eleştiri’ tehlikesi ve bir örnek

Davut Yücel

Natama Dergi
3 min readJul 8, 2018

kitaplaşmamış bu türde yazılarını da dışarıda bıraktığımızı söylemek gerek.

Belçikalı edebiyat eleştirmeni Paul de Man’ın aktardığı üzere Stéphane Mallarmé, 1894 yılında bir sunum yapmak üzere Oxford üniversitesine gittiğinde son derece ironik bir açıklama yapar: “Size bir haberim var. Hiç duymadığınız kadar şaşırtıcı bir haber. Böyle bir şey daha önce hiç olmadı. Şiirin kurallarıyla oynadılar… [Dizeye iliştiler]”.1

de Man, “Eleştiri ve Kriz” başlıklı denemesinde Fransız şairin bu ironisini bir adım ileri götürür: “Mallarmé’nin söylediklerini 1970’te harfiyen yineleme hevesine kapılabilir insan pekâlâ, ama bu kez şiir için değil edebiyat eleştirisi için [Eleştiriye iliştiler]”.2

Belli ki, yazar, bu satırları yayımlarken Mallarmé’nin şiir üzerinde sebep olduğu büyük kırılmanın bir benzerini eleştiri alanına taşımayı hedefliyordu. Bizim için önemli olan kısım, bu gerekçelendirmeyle öne sürdüğü tartışmaya katılmak ve bu tartışmayı devam ettirmek değil, kendi başına böyle bir kırılmanın varlığı ile bugün özelinde Türk şiir eleştirisinin benzer bir okumaya yönelik ihtiyacı arasındaki ilişki. 1971 yılında ortaya atılan bu düşünce ve sözü edilen yapı ile entelektüel düzenin ne olduğu sorunsalı, ister istemez kendimizi güncel Türk şiirinde bir tür yeniden konumlandırmaya zorluyor: “Eleştiri disiplinini yöneten ve onu entelektüel düzenin temel taşlarından biri haline getiren yerleşik kurallar ve uzlaşımlarla öylesine kötü oynanmakta ki tüm o görkemli yapı yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.”3

de Man’ı, edebiyat eleştirisi alanında ortaya soru bırakmış biri olarak değerlendirip referans noktamızı bu soruya göre şekillendirdiğimizde karşımıza çıkan temel unsur, şiir eleştirisinin kişiler bazında bir nevi kurumsal4 bir yapıya dönüşmesi ve bu kurumsallığın dayattığı tıraşlamalarla oluşan vasatlık.

Bahsettiğimiz kurumsallığı kişinin yani eleştirmenin, şiire ve şaire belli bir mesafe5 almasıyla beraber bu mesafeyi her şartta koruması olarak tanımlayabiliriz. Konumunu elbette ki şahsi çıkarı doğrultusunda değerlendirmesi beklenen bu kişi, mesafenin, olası olumsuz etkilerinden de kendini korumayı bilecektir.

Bu mesafenin neyi amaçladığını sorgulamak, niyeti anlama açısından aydınlatıcı olacaktır. Korunan mesafe, eleştirmeni belli türde faydadan uzak tutacağı gibi zarardan koruyacağını söylemek de mümkün. Bu noktada Turgut Uyar’ın bir söyleşisinde söylediği “kimseyi kırmamak yaşına geldik”6 sözünü hatırlamak, altını çizmek istediğimiz şeyin daha iyi anlaşılması bakımından faydalı olur.

Biraz karikatürize edersek de kurumsallığı, eleştirmenin her yaşını insanlarla iyi geçinme yaşı gibi yaşaması olarak tanımlayabiliriz. Bu kanıya varmamıza neden olan, özellikle güncel şiir eleştirisinde eksik olduğuna inandığımız “öfke” duygusu. Yani bir eleştirmenin kurumsallaşmasını, öfkesizliği üzerinden tanımlayabiliriz.

Her şeyin başında öfkeyi ve öfkelenmeyi tarafsız bir sahada değerlendirmemiz gerektiğini de belirtmek gerekiyor. Hatta daha da fazlası; buna ihtiyacımız var. Ancak bu koşulda öfke kavramının neden olacağı olumlu ve üretken potansiyeli fark edebiliriz. Üretimsizliğin mutluluğu, belli bir vasatta ısrarcı olmasından. Bunu çark ettirecek antidoz ise öfkelenmek.

Bu açıdan bakınca öfkeyi ve öfkelenmeyi pekâlâ olumlu ve yaratıcı bir duygu durumu olarak değerlendirmek mümkün.

“[…] heyecan veren ve ikna eden şey, heyecan duyan ve ikna olunan kimselerin gereksinmelerinin ve amaçlarının bir sonucudur.”7

Richard Rorty, eleştirmenin metin üzerine uyguladığı yorumu değerlendirdiği bu kısacık saptamasında, öfkesiz yani kurumsal eleştirmenin şiire ve şaire karşı aldığı mesafeyi vurguluyor. Belli bir konformizmi vaat eden bu mesafe, eleştirmene hayatını sürdüreceği maddi manevi imkanı sağlıyor.

Kurumsal eleştirmeni daha da belirgin hale getirecek olursak, metin üzerindeki yorumunu metin dışı nedenlerle çerçeveleyen, bu sebeple de esas malzeme olan metinden uzaklaşıp metin dışı nedenlere yaklaşan kişidir. Yani bu durumda kurumsal eleştirmen ‘öfkelenemez’ diyebiliriz. Öfkelenemediği için kurumsallaşır; duygusuzluğa olan ısrarcı talebi kendilerini ayırt etmemizi kolaylaştırır.

Çerçevesi ve hatta belki kelimeleri bile belli olan, metnin hak ettiği ve belki arzuladığı aşırılıklardan kaçınan bir eleştirmendir kurumsal eleştirmen. Bu noktada Jonathan Culler’ın “[…] birçok entelektüel etkinlik gibi, yorum ancak en uç noktasına vardırıldığında ilginç olur”8 sözünü anımsamakta da fayda var.

Bir eleştirmenin metne olan mesafesi ve tutarlılığı bağlamında sarf ettiği pratik, zaman içerisinde kendi konumunu belirginleştirir.

Dar çerçevede öfkesizlik

“Şiirimiz, geldiği noktada artık öfkesizleştirildi” demek başka bir yazının konusu. Ancak eleştirinin öfkesizleşmesi bu yazıda tartışacağımız vaka. Bu noktada kastedilen öfkenin yıkıcı ve yıpratıcı olmayan, bir tür yeniden üretimi teşvik eden hatta zorunlu kılan; sahiplenmeyi ve konformizmi reddeden bir tür doğum sancısı olduğunu bir kez daha söylemekte fayda var.

Edebiyat tarihinde kapladığı yer ve güncel eleştirmen pratiği ile bugün olumlu olumsuz konu edip tartıştığımız birçok edebiyatçıyla paylaştığı mesai birikiminin önemi düşünüldüğünde akla gelen ilk isim Doğan Hızlan olmuştur. Kendisinin şiir üzerine kaleme aldığı metinleri bir çerçeve olarak alıp henüz kitaplaşmamış bu türde yazılarını da dışarıda bıraktığımızı söylemek gerek.

--

--

Natama Dergi
Natama Dergi

Written by Natama Dergi

Üç aylık şiir ve eleştiri dergisi

No responses yet