Türkçe eleştiri evreninin bir gezegeni
Necmiye Alpay
Öyle görünüyor ki Cöntürk gerçekte 68’lere kadar “dünya ortak kültürü”nün hatırı sayılır bir Anglosakson bölümünü özümsemiş, ancak güncelin ruhuna uymamayı seçmiş biriydi. Uzun süre gündem dışı kalmasının nedeni de buydu, Tanpınar gibi biraz.
Hüseyin Cöntürk esas olarak bizim 68 Kuşağı’ndan önce, 1950’lerde ve 60’lı yılların ilk yarısında yazmış bir düşünürdü. 60’ların ikinci yarısından itibaren yükselen sosyalist/devrimci akımların gözünde Cöntürk fildişi kulesi edebiyatçılarındandı, tıpkı İkinci Yeni şairleri ve Memet Fuat, Eser Gürson ya da Güven Turan gibi. Adını daha çok Halûk Aker’den duyardık, birlikte dergi çıkardıkları ve o yıllarda ‘herkes’ gibi Halûk da Mülkiye kantinine gelip gittiği için. Sonra ikisinin de sesi duyulmaz oldu. Dolayısıyla çoğu kimse gibi bendeki Cöntürk de başkalarının aktarması, yani kulaktan dolmaydı, kendisini okumaya ancak kitapları 2006 yılından itibaren yayımlandığında başlayabildim.
Öyle görünüyor ki Cöntürk gerçekte 68’lere kadar “dünya ortak kültürü”nün hatırı sayılır bir Anglosakson bölümünü özümsemiş, ancak güncelin ruhuna uymamayı seçmiş biriydi. Uzun süre gündem dışı kalmasının nedeni de buydu, Tanpınar gibi biraz. Yapıtlarını topluca gördükten sonra anlıyoruz ki kendisi Türkçe şiir evrenine bir gezegen eklemiş düşünürlerdendir. Kendine özgü bilimsellik nesnellik anlaşılırlık savı bugün onu biraz zor durumda bırakıyor belki. Yer yer sivri ve naif kaçan dili de öyle. Önemli bir başarısı ise eleştirel düşüncesini Nurullah Ataç ve Asım Bezirci aynalarında tartmak olmuş. İlkinde kendisine (daha doğrusu Yeni Eleştiri’ye) bir antitez buluyor, ikincisinde ise “bilimsel ve nesnel eleştiri” kuramının uygulamada yol açabileceği bazı olumsuz örnekleri.
Edebiyatın oyun olma özelliğine ilişkin fikrimi not ederken (2005, Yaklaşma Çabası), Cöntürk’ün de “oyun” kavramı etrafında düşünmüş olduğunu bilmiyordum. Onun “Oyun Deyince” başlıklı yazısını okuduğumda (Çağının Eleştirisi: İkinci Kitap, s. 106 vd.), Proust’la ilgili deneyimime benzer bir deneyim yaşadım. Ölü fare motifi her iki karşılaşmada da beni bir süre yazarından uzak tutmaya yetecek kadar itici ve irkilticiydi. Cöntürk’ün o yazısını okumuş olsaydım, oyun meselesinde onun konuyu ele alış tarzına ne kadar yoğun bir antipati duyduğuma değinmeden edemezdim. Neyse ki Cöntürk’ün imsegelinde belirleyici olan, o yazı değil. En azından, diğer yazıları ve kitapları açısından değil. Her ne kadar, öncülüğünü gölgeleyen anlamazlıkları varsa da (“[Ece Ayhan tipi] şiir, anlamı rastlantıya bıraktığına göre…” -Çağının Eleştirisi: Birinci Kitap, s.168 vd.), bugün eleştirel bir okumayla çok şey kazanılabilecek ve okumuş olanlarımızın kazandığı besbelli olan çok önerisi de var. Şairler Sözlüğü ile “hipertekst”lerini okudukça, onun kendi güncel zamanını da kendi çizdiği çerçevede olmak üzere ömrü boyunca izlemiş olduğunu görebiliyoruz. Böylelikle, yalnızca önceki kuşak şairleriyle değil, Tarık Günersel, Enis Batur, Murathan Mungan ve daha pek çokları gibi daha sonraki şairlerle ilgili kaynaklarımıza da yeni kaynaklar eklenmiş oluyor.