Sessizlik Arayışında Şiirlerden
Enis Akın
Anita Sezgener birinci kitabı Pusu Bilici’de bir sessizlik oluşturma peşinde bir şiir aradı. Negatif sesle ilgiliydi. Sesin eksikliği, hatta sadece sesin değil insanların, neşenin, canlılığın eksikliği olarak susan, sustuğu noktada şiiri başlatan bir tarzı vardı. Misafirler gittiğinde kalan sessizliğin tuhaf hüznüyle yazmıştı şiirlerini. Bir eksiklik kurgulamıştı bize. Her ne felaket olmuşsa sözü edilmiyordu, kitabın tüm şiirleri, olmuş olan o felaketten bahsetmeyerek ama konu oraya gelince etrafında susmalarıyla bize deyim yerindeyse “şiirlerin arasındaki” o felaketi sezdirmeye çalışıyorlardı.
Sonra Taşlık geldi. Anita’nın dilin dışına çıkmayı denemesi. Şair artık susmuyordu, felaketin içinden kısa kesik, kekeme, dilin dışından yazılmış, üst üste yazılmış, çok sesli fragmanları okuduk. “Tizz”, “ııııııhhııım”, “kapakk”, “meşinnn” gibi kelime dizimleri Sezgener’in sese inanmaya başladığını söylüyordu. Kelimeler sesle ilişkilerini sanki kanıtlamak istiyordu. Sessizliğin dünyasından seslerin dünyasına ilerlemiştik. Felaket artık sezdirilmeye çalışılmıyor, düpedüz anlatılıyordu. Ama anlatılamıyordu. Dilin dışına geçerek yeni bir ifade alanı aranmasının nedeni buydu. Dilin içini işaret etmek için, dilin içinde normalleştirilmiş acıların yaşadığını anlatmak için zorunda kalınır. Taşlık, gerçeğe fazla inanıyordu, belki şiirden bile fazla.
Üçüncü kitabı Hafif Zehirler’le, Sezgener’in sessizliği araştırmak amacıyla başlamış gibi görünen yolculuğu onu konuşkan, sesli bir şiire getirmiş gibi görünüyordu. Bu iki kitap arasında Anita Sezgener 52 yarı dolu sayfadan oluşan Pusu Bilici’den 106 dolu sayfalı Hafif Zehirler’e geldi. Dünya şiirini iyi tanıdığını zannettiğim Sezgener modern bir şiirden, o kadar da modern olmayan bir şiire vardı. Eğer bazı has şiir okurları Sezgener’in yeni kitaplarını okumakla Pusu Bilici’yi ya da Taşlık’ı tekrar okumak arasında kararsız kalırsa, bu anlaşılır bir şey olabilir.