Merkepler de ölüm çukuruna girer mi?
Davut Yücel
Kadir Yanaç, ilk kitabı tutukevleri boyunca ahizelerde bırakılanlar’da endişe ediyor. Bu endişeyi, içe dönük, bir tür birleşmeye karşı duyulan arzuyla ilişkilendirmek yanlış olmaz sanıyorum. Yanaç’ın kendinde ya da şiir öznesi olarak neyi–kimi görüyorsa onda eksik olduğunu hissetiği bir şeyler olmalı ki olası bir birleşme arzusu kurgulanmış.
Hakikate ulaşma arzusu –eğer öyle bir şey varsa– her dönemde bir şekilde merak uyandırmış. Ve bu kitapta şairin peşine düştüğü şey de yokluğuyla ilgili mantıklı tek bir nedenin izini sürdüğü hakikat mefhumu. Kitap boyunca, karşı özne olarak hakikatin yerini gündelik yaşama dair birçok şey alır ve zaten kitabın imgesel kıvraklığı da biraz oradadır.
Bu anlamda, şairin, tarihi aslında çok eskilere dayanan bir modernist düşüncenin içinde kaldığını söylemek mümkün. Rönesans sonrası aydınlanma düşüncesiyle birlikte hakikat fikrinin varlığı değil artık yokluğu vurgulanmış. Yani şair, taksi plakalarıyla; otobüslerle, montlarla ya da internetle geleneksel modernizmin çağdaş bir uyarlamasını bize “izletiyor”. İzletiyor diyorum çünkü şiirlerin, teknik olarak ses ya da dil/kelime unsurlarından çok görüntü kurma üzerine yaslandığını söylemek gerek. Bu bir karar mı yoksa gelişine durum mu, şairin endişesine ilişkin olumlu olumsuz cevabı verecek olan bakış açısı bu olmalı.
Son olarak, yazıda geçen bütün bu zamansal göndermeler, yukarıda sözünü ettiğim hakikat fikrinin kitaptaki yoğunluğunu vurgulamak içindi. Buna bir ilave yapmak adına, Temmuz 2013 tarihli ilk baskısının kapak kağıdının plastik dokulu olması ve kapakta ifadesiz bir merkep ilüstrasyonu bulunması, kitabın tüm içeriğiyle son derece çelişen bir sonuç gibi görünüyor.