Edip Cansever’de trajik durum ve düşünce-şiir
Kadir Kılıç
“… şiiri yapan öğelerin birden fazla olduğu, ayrıca, her açıklama için de belli ilkeler gerektiği göz önünde tutulursa, bir şiiri sadece konusuyla açıklamanın ne kazandırdığı çok su götürür”
(Şiiri Şiirle Ölçmek/ŞŞ: 84)
“İsterseniz şiire de böyle katılmayı deneyelim; dünyaya, yaşamaya katıldığımız gibi. Böylece var olmaya ne anlam veriyorsak, onu nereye kadar anlayabiliyorsak, şiiri de aynı oranda anlayabiliriz”
(ŞŞ: 89)
İlki Edip Cansever’in Şiiri Açıklamak, ikincisi de Anlamsızı Anlamak adlı metinlerinde yer alan bu ifadeler şiirin açıklanması konusunda bu yazıda bana rehberlik edecek. Birinci alıntı Kemal Özer ve Mehmet Fuat’ın şiirde anlam analizi yapmaya uğraşan tarzlarının bir eleştirisi olarak yer buluyor metinde. Bu yazarların, Cansever’e göre, şairin kişiselliğini reddeden ve şiiri kendi yaşantılarına göre aşırı yorumlayan bir tarza sahip olduklarını düşünen Cansever, şiirle dolaysız bir ilişkinin her zaman asıl öneme sahip olduğunu vurguluyor. Bu konuyu tartışmak bu yazıdaki amacım için gerekli değil ama en azından Cansever’in kendi şiirlerini bu düşünceler ışığında okumayı doğru buluyorum. Anlamı spekülatif ve tarihsel, düşünsel bağlamından koparılmış bir biçimde incelemek yerine, şairin eserlerindeki düşünselliğin kaynaklarını araştırarak ve belli temaların bu kaynaklardan nasıl beslendiğini göstererek, şairin poetikasının, felsefi bir arkaplanla ilişkilerini göstermeye çalışacağım. Bu çalışma üç katmanlı bir incelemeyi içerecek: (1) Varoluşçu ve diyalektik felsefenin Cansever poetikasıyla ilgili belli konularının tartışılması, (2) şairin “düşünce-şiir” kavramının ve mısracı şiiri reddinin bu seçilen temalar ışığında okunması, (3) Tragedyalar eserinin belli kısımlarındaki düşünselliğin bu kavramsal zeminde incelenmesi.
Kierkegaard’ın, Korku ve Titreme eserinde, bireyin kitleyle kurduğu ilişki için öne sürdüğü düşünceler varoluşçuluğun ana kaynaklarından biridir. İbrahim peygamberin oğlunu kurban etmesi mitini ele alan Kierkegaard; kitlenin normlarına uygun davranan bireyin, Tanrı’dan gelen “Kurban et” emrine uymayıp evrensel ahlaki bir yargıyla oğlunu öldürmeye kalkışmayı yanlış olarak görmesini, İbrahim peygamberin durumunun biricikliğini anlayamamak olarak yorumlar. Peygamberin bu kararının (inanç bağlamında) anlamlı olmasına rağmen rasyonel ahlaki prensiplerle çatışması paradoksal bir durum yaratır. Bu varoluşçu tema, Heidegger’in Varlık ve Zaman’ında burjuva toplumunun yarattığı projelerin (örneğin avukat olmak, bir gruba katılmak vb.) içine fırlatılmış olan -yani bu projeleri kendisi belirlemeden onların içinde yaşamaya mecbur bırakılan- bireyin sahih (authentiqué) bir yaşama olasılığı arayışı olarak yer bulur. Heidegger, anlamlı olan yaşamın, kitlenin sunduğu olasılıklardan soyutlanmakta olduğunu söyler. Yabancılaşma, kurulu düzenin çizdiği tüm olasılıkların reddedilmesiyle ilgilidir. Yine de bu yabancılaşma ile aynı zamanda bu düzenin içinde yetişmiş olmak kişide bir parçalanma yaratır. Oğuz Öcal’ın Bir Şair, Bir Antigonist Tavır Edip Cansever kitabında yorumladığı gibi; bu trajik durumu yaratan, bireyin (1) direnişçi ve zihnindeki (kapitalizme karşı) bir ideal ile uyumlu olma mücadelesi ve (2) kurulu düzene uyum sağlayarak daha huzurlu yaşaması arasında trajik bir seçim yapmasından doğan paradokstur. Seçimi trajik yapan bunun iki farklı değer arasında olmasıdır: uyumlu bir mutluluk ve authentiqué bir direnme. Tarif etmeye çalıştığım bu trajik durumu Cansever’in Şiiri Bölmek yazısında takip etmek mümkün:
“Günlük edimlerimiz bizi öylesine yoğuruyor, öylesine kılıktan kılığa sokuyor ki, bir yığın çıkmazın buyruğunda, direnmekle çevreye uymak arasında şaşkına dönüveriyoruz. Boyutsuz, anlamsız, sallantılı bir yaşama düzeyinde bocalıyoruz durmadan. İnancımızı somutlayan eylemlerle değil de, ancak bize uygun buldukları düzenlerden birini seçmekle biçimleniyoruz” (ŞŞ: 126)