Cöntürk’ün büyük dışlanması
Enis Akın
Ancak bu yazı Cöntürk’ün “değeri bilinmedi” tarzı bir “övgü” düzmek için kaleme alınmadı, Cöntürk bu topraklarda kıymeti bilinmeyen yüzlercesinden biridir, ama Cöntürk’ün dışlanması hali pür melalimizi anlatır bir öykü olarak anlamlı.
Bugüne kadar okuduklarımdan ve yaşadıklarımdan anladığım kadarıyla, şiir bir coğrafyada bir çağı paylaşan insanların yaşamanın değerli bir şey olduğuna inanmaya devam edebilmeleri için, onların üzerinde ayakta durabilecekleri bir zemin, bir tutunma imkanı bulmasına yarayan insani etkinliklerden biridir. İnsana, yaşam gerekli ve övülebilir yanları olan bir şeydir, der şiir.
Cöntürk benim yıllardan beri inandığım bu tanımdan, herhalde açıkça tiksinirdi maalesef, ama bu şimdi önemli değil.
Son yüzyılda Türk şiirinde iki önemli edebiyat olayından söz edebiliriz: Bir, Nâzım Hikmet. İki, İkinci Yeni adıyla anılan ve 1955–65 arasında yaşanan şiir hareketi.
Bunların dışında kalanları, Garip, 40 şiiri, 60 şiiri, 80 şiiri ve diğerlerini küçümsemiyorum, ama bu şiirlerden bir daha hiç bahsetmesek son yüz yılın Türk edebiyatından bir şey eksilir mi? Bence eksilmez. Neden? Bence iki nedeni var: Birincisi Nâzım ve İkinci Yeni dışındakiler, o güne cevap verdiler; ikincisi, kolay taklit edildiler. Üzerine bindikleri (sosyal) rüzgar kısa bir yol götürdü onları.
Nâzım ve İkinci Yeni, bu iki şiir olayının da etkisi, bir tsunami gibi, yaşanıp bittikten bir süre sonra ortaya çıktı. Nâzım’ın şiiri, birinci cümlede yaptığım tanımı hatırlayarak, bence 1960–90 arası “insanlara zemin sunma” işlevini yerine getirdi. İkinci Yeni, 90 sonrası bayrağı devraldı ve Gezi Olayları adı verilen tepeye sapladı.
Artık bugün Nâzım bize aynı tadı vermiyor, varoluşsal bir ihtiyaçla okumuyoruz onun şirini, zemin sunma görevini bıraktı, ama çok değil, 30–35 yıl önce, 12 Eylül darbesi ve sonrasında, televizyonda ele geçen silahların arasında onun kitapları sergileniyordu. Şiirlerle silahların yan yana sergilenmesi bir saçmalık mıydı, yoksa onun şiirlerinin bir silah olarak algılanması o günlerin devletine dair derin bir edebi algıya mı işaret ediyordu? Elden ele dolaşmaktan aşınmış kağıtlarda okuduğumu hatırlıyorum onun bir iki şiirini. Darbe zamanı onun şiirini okumak, birine götürmek ve vermek bir eylemdi, öylesine açtık şiirin bize verdiği o zemine o zamanlar. Nâzım, şiirini bir eylem olarak tasarlamış bir insandı, biz de okurken o eyleme katılmış oluyorduk. Nâzım’ın eserlerinin sadece Türkiye’de değil SSCB’de de sansürlenmiş olması onun şiirine mündemiç bir eylemin dışa vurumudur.
İkinci Yeniye gelince de İkinci Yeninin önemi üzerinde bu yazıda duracak değilim, bu konuda, bu muharririn de kaleme aldığı, akademiden ve akademi dışından birçok yazı var. Sadece şu kadarını belirtebilirim: Bugün hâlâ 1955’te yazılmış bir şiiri okuyup, bundan beslenebiliyor, varoluşsal bir tat alabiliyor olmamız bir kamyon anlam taşır.
Uyar Forum Dergisinde 1957 yılında Eleştirme Üzerine başlıklı bir yazı kaleme almış.
Bu, bir yandan “eleştirmen yok” diyenlere, bir yandan eleştiri adına eş dost kitabı tanıtanlara, bir yandan kendi bağımsız değerlerine sahip olmayan (yanlı) değerlendirmecilere ve en çok da eleştirmeye değmeyecek basitlikte eser ortaya koyan sanatçılara çatan bir yazı.
Hiçbir yerde hiçbir zaman sanatçıları eleştirmecilerin büyüttüğü görülmemiştir.
Sanatçılar eleştirmeye değer şey yazdıkça (büyüdükçe) eleştirmenler de ardından (meydana) gelecektir.
Cöntürk “Mecburi İstikamet” başlıklı yazısıyla Uyar’a cevap verir. Cevabında eleştirmenlere verilen ikincil rolü reddeder: “‘Hiçbir yerde hiçbir zaman sanatçıları eleştirmecilerin büyüttüğü görülmemiştir,’ sözü biraz mübalağalıdır.” “Eleştirme kronolojik olarak edebiyata bağımlı olmakla beraber edebiyata göre ikincil değildir” görüşünü savunur ve T. S. Eliot gibi “büyümesinde eleştirmene borçları olan” şairlerden örnekler verir.
Arkasından Cöntürk’ün “Turgut Uyar” kitabı gelir. Sanki Cöntürk bu tartışmayı Turgut Uyar şiiri üzerine bir kitap kaleme alarak, derinden yanıtlamıştır. Cemal Süreya’nın kullandığı “bir şiirin ortasını yazıyor”, “büyük bir gövdedir onun şiiri” betimlemelerindeki “gövde” simgesinin kaynaklandığı ilk satırlar bu kitapta geçer:
Arabistan bize, kendine özgü “büyük bir dünya” getiriyor. “Tek” bir dünya.
Uyar’ın bir özelliği, “mısra şairi” olmayışı, mısraya karşı duruşudur. Fakat o, “şiir şairi” de değildir: Onun şiiri bir şiirle de bitmiyor. […] O, kendi kişisel destanını yazan, her şiirle bu destanı biraz daha bütüne götüren bir şair.
[Uyar’ın şiire] getirdiği yeni bir ritim vardır […]
Uyar’ın şiirleri tek tek çizgiler halinde değil, hepsi birden bir daire şeklinde karşımıza çıkıyor. Her nokta başlangıç olabilir.
Nâzım kendi kendini inşa etmiş birisiydi. İkinci Yeni şiirinin Türk şiirine egemen hale gelmesi için bir katalizör gerekli oldu: Cöntürk.
İkinci yeni döneminin şiirde kendini kabul ettirişinin bir ucunda gerçekten güçlü şairler ve sıkı şairler duruyorsa bir ucunda da Hüseyin Cöntürk durmaktadır.
30’unun altında bir şair için önemli bir eleştirmen tarafından, kitap formunda bir değerlendirme Türk edebiyatında ilk defa yazılır. O yıllarda tüm edebiyat ortamı bu şiire mesafeli dururken Cöntürk, Edip Cansever’in hatta Necatigil’in nasıl okunması gerektiğini keşfeder, herkese de anlatır.
Onun yazıları İkinci Yeni şiirine “bir hayat öpücüğü” olur. Bir şairi yerli yerince övmek ahbaplık ilişkilerinden muzdarip edebiyatımızda az rastlanan bir şeydir, demiştim.
Uyar ile şiirimiz, yaşantıdan yaşantılara, mısradan destana geçiyor.
Yukarıdaki şairlere (Fuzulî, Baki, Naili, Nedim, Fikret, Tarancı, Dağlarca, O. Veli, M.C.Anday) “düzlem” şairi dersek, Uyar’a “hacim” şairi demek yakışır.
Tarancı “söylediklerinden az”, Uyar “söylediklerinden fazla” bir şairidir.
Yukarıda Cöntürk Turgut Uyar’ı kendi Türk edebiyatı içindeki, bugün anladığımız yerine oturtan ilk eleştirmendir. Bazı şiir fenomenleri varsa, onları var eden eleştirmenler var diyedir. Cöntürk Cansever’in, Necatigil’in, Uyar’ın, vb. anatomisini yapar, onları rakıya meze olmaktan, OT, vb. dergilerin kapağına yakışmaktan kurtaran kişidir.
Ama “borç” büyüklük için düşmanlık sebebidir. Cöntürk bünyeden dışlanmalıdır. Bu büyük dışlanma 1964’te Cöntürk’ün Ahmed Arif eleştirisiyle başlar:
[Ahmed Arif] Orhan Veli ve Attilâ İlhan’ı iyi anlamış. ‘Hoş Gelir, Safa Gelir’ duygusal ve ussal acılığıyla başarılı bir şiir. Öteki şiirlerine okunabilir bir seviye tutturabilmiş değil.
Bunu okuyan Cemal Süreya hemen Ahmed Arif’e “sahip çıkar:”
Öncelikle [Cöntürk’ün] Ahmed Arif gibi yavuz bir şairi şiire yeni başlayan biri gibi, bir yeni yetme gibi sunuşuna üzüldüğümü belirteyim. […] Eleştirmenler, soylu şairlere fazla dokunmayın. Gerçek şiirin kanlısı olursunuz sonra.
Ahmed Arif’in sahip çıkılmaya ihtiyacı var mıdır? Belki de ve bence, “Folklor Şiire Düşman” yazısıyla ters düşmek pahasına Cemal Süreya’nın gittikçe politikleşen şiir ortamına verdiği mesajdır daha önemlisi.
Akabinde Memet Fuat’la antoloji tartışması gelir ve Cemal Süreya’nın “Debellaçyo” ve Nedim Gürsel’in “Cöntürk’ün Yanlışları” yazısıyla Cöntürk’ün Türk edebiyatının yapı taşlarını yeniden düzenlemeye yönelik “yanlış” müdahalelerini “edebiyat dışı” ilan ederler.
Bu arada dışarıda, Cöntürk’le İkinci Yeniciler arasında yaşanan yazışmalar dışında ne oluyordu? Hızla şiir siyasileşiyor, şiir yazan gençler siyasileşiyorlardı. Bir zamanlar Cöntürk’le edebiyat tartışan Hüseyin Cevahir, Arkadaş Z. Özger gibi gençler “prostat büyümesi nedir bilmeden” ölüyorlar. Hüseyin Cevahir’in bedeninden 25 mermi çekirdeği çıkıyor.
Ve bu durum, İkinci Yenicilerin karşılayamayacağı bir eleştiri oluyor, düşünceleri eriyor, siyasetin altında kalıyorlar, özgüvenlerini yitiyorlar, belki bu deyimin edebiyatta kullanılması doğru bir tercih olmayabilir ama, “eziliyorlar.”
İkinci Yeniyi başlatan şairlerin İkinci Yeniden sessizce uzaklaşması böylece başlıyor. Artık “ülkemizde edebiyatın, hatta bazı ölçülerde toplumun birçok sorunları açık kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez veya bu sorunlardan şiirde vazgeçilir” diye yazdıkları zamanlar geride kalıyor.
Murat Belge 12 Mart’tan sonra şiir istemek için Uyar’a gittiğinde onun söylediklerini anlatıyor:
Turgut “sen o zaman örgüt nerede biliyorsun, ben çok iyi banka soyarım” diye tutturdu, beylik tabancasını getirdi. “Benden kimse şüphelenmez, ben çok iyi banka soyarım” […]
Ezilme diye adlandırdığım şey böyle bir şey. 43 yaşındaki şair, “örgütü” temsil ettiğini düşündüğü 28 yaşındaki gence gençliğini ve devrimciliğini ispatlamak için karakterinden beklenmeyecek şekilde davranmaktadır. Murat Belge eline hiç silah almamış olsa da o masa etrafında, şaire karşı eylemci taraftır; politikadır; üstündür. Bu edebiyatın politikaya, şairin eyleme ezilme öyküsüdür. İkinci Yeniciler özeleştiri vermediler ama şaşırdılar, ne yapacaklarını bilemediler ve şekil yitirdiler.
“Ezilme” kavramını öncelikle şekil yitirme olarak anlıyorum. “Biz nasıl olabildi de o şiirleri yazabildik” noktasına geriliyorlar, kendilerini savunamıyorlar. Artık hepsi 40’larını geçkin şairler oldukları için birdenbire bütün şiirsel karakterlerini yitirmiyorlar, ama belirgin bir biçimde sosyal konuların çekim alanına giriyorlar.
1955 yılında “Ataç şiirden anlar mı” diye soran bir dergi soruşturmasına “eleştirinin aptalların işi” olduğunu düşünmeyen bir Uyar yanıt vermişti: “Sanmıyorum.”
1969 yılına gelindiğinde aşağıda, Turgut Uyar Ataç’la Cöntürk’ü karşılaştırıyor gibidir:
Ataç, bir toplumsal sınıfın hem şiir seçiciliğini, hem şiir sözcülüğünü yapan kişiydi. Bunda da yüzde yüz başarılıydı. Bu, Ataç’ın durup kalacağını gösteren bir saptama değildir. O, son derece ileriye dönük, doğru bildiğini sonuna kadar savunan, değişmekten yılmayan, yürekli bir eleştirmendi. Onun, gözünü budaktan sakınmaz öznelliği, bugünkü suya sabuna dokunmayan nesnellikten; yargıyla sonuç almayan nesnellikten daha saygıya değer.
1969 senesinde Uyar kendini bulunduğu yere çıkartan merdiveni tekmelemiş görünüyor: 1965’ten sonra İkinci Yeni rafa kalkmıştır, İkinci Yeniciler politikanın eleştirileri karşısında yenilmişler ve metnin siyasi eyleme (okuyucuya?) görece ikincilliğini kabul etme noktasına gerilemişlerdir. Yazdıkları şiirler de bunu destekler. Türk şiirine en büyük yeniliği bizzat getirmiş olanlar “kimseyi kırmamak yaşına gelirler.”
Derdin edebiyat olmadığı yerde, yurdu edebiyat olan Cöntürk yurtsuz kalır:
Cöntürk, edebiyat eleştirisi alanındaki önemli katkılarını bundan 40–45 yıl önce yapmış, sonrasında, edebiyata olan ilgisini nitelikli bir okur olarak sürdürmüş[tür].
1991 yılında Cöntürk bu gerçeği “Yordam’dan sonra [son sayı Aralık 1969-ea.] edebiyatta eleştirel ağırlık azaldı” cümlesiyle ifade ediyor. Edebiyattaki rolünü eleştirmek olarak tanımlayan birisi için kendi hayatındaki büyük bir uçurumu, Türk edebiyatındaysa derin bir dönüşümü sakince tarif eden bir söz.
“Edebiyat yapma”nın bir suçlama konusu olduğu, anti-entelektüel olmanın övüldüğü, “adamlık” addedildiği Türkiye gibi bir yerde İkinci Yeni gibi bir “şiir derdi”nin doğmuş üstelik de tarihe kalmış olması, Ece Ayhan’a göre de şaşılacak bir iştir:
Cumhuriyet’teki bir şiir serüvenimizde bir olasılığı düşünelim. Sözgelimi bir Marş Kralı bir Kurtuluş Savaşı şiirleri antolojisi düzenlemeye kalksa, kalkışsa, (Pazar Postası) 1956’dan bu yana 30 şu kadar yıllık bir aman dilimini kapsayan İkinci Yeni Akımı (yani ‘Sivil Şiir’) orada kesinlikle yer almayacaktır!
Cöntürk’ün edebiyattan çekilişi hakkında fazlaca konuşuldu, benim de bu konuya dair yazacaklarım bu kadar ve yeni değil. Anladığım, edebiyattan daha önemli meseleler olduğunu düşünen edebiyatçılar onu bezdirmiş görünüyor. Evet yanlış değerlendirmeler yapmış olabilir, ama edebiyatı en öncelikli görme konusunda tekti, yeniydi. Chicago Okulu’nu çok iyi özümsemişti ve ondan sonra şiirin değişimine ayak uydurma konusunda isteksizdi veya beceremedi. Ama aynı düzlemde yanıtlanamadı, Nedim Gürsel veya Cemal Süreya onu seçtiği şairleri edebiyat-dışı ilan ederek yanıtladılar. Düşüncelerini değil düşüncelerini uygularken yaptığı hataları yargıladılar. Oysa yaptığı en saygıdeğer, en sıradışı, en zor işti gençleri izlemesi. Edebiyata “yanlış” müdahaleyi eleştirmekle “edebiyata müdahale”yi norm-dışı ilan etmek arasındaki çizginin üzerinde adımlarını sağa sola taşırarak, dikkatsiz yürüdüler.
Cöntürk’e gelince, bugün edebiyattan uzaklaştıktan sonra dört elle sarıldığı mektuplarını okuduğumuz için biliyoruz ki edebiyattan çekilen bir Cöntürk imgesi gerçekliği yansıtmıyor. Aksine Cöntürk tam istimle mektuplarını, yazılarındaki üslup ve titizlikle sürdürüyor, genç şairlere, dergilere olan ilgisini elinden bırakmamış. Haluk Aker, Ahmet İnam, Hüseyin Peker, Güven Turan, Eser Gürson ile irtibatını sürdürmüş, yeni bir dergi için fırsat kollamış, edebiyatın en zor mesaisi olan gençleri ve dergileri izlemiş, gidip pek çok dergi ve kişiyle yerinde görüşmüş, bazı dergilerin oluşum tartışmalarına katılmış. Mektupların tekrar eden bir cümlesi var: “Edebiyata dönmek istiyorum, dönemiyorum.”
Bugüne geldiğimizde nesnel eleştiri, metin eleştirisi gözden düşmüş vaziyette. İkinci Yeni’nin bugün anladığımız şekilde anlaşılmasını sağlamış bir eleştirmenin edebiyatta ve akademide adı geçmiyor. Tez merkezinde Ataç üzerine 15 üniversite tezi saydım, Cöntürk üzerine yok. Birikim dergisinde Ataç üzerine beş yazı saydım, birisi “Ataç sahici bir eleştirmendi” diye bitiyordu. Cöntürk üzerine yok. Ataç’ı kendi dönemi ölçütlerine göre bile eleştirmen saymak zorlama olur. Cöntürk’ten sonra Ataç’ı “sahici eleştirmen” saymaksa gereksiz zorlamadır.
Necmiye Alpay 1994 yılında, Sombahar dergisinde, şiire, şairinden ayrı tutarak şiire, metin gözüyle bakacak eleştiri özlemini dile getirmişti. Ölümünden sonra Bilkent Üniversitesinde düzenlenen Cöntürk sempozyumunda akademisyen Süha Oğuzertem bir öngörü yaptı:
Önümüzdeki dönemde Hüseyin Cöntürk ve yapıtlarıyla ilgili önemli çalışmalar yapılacak, bu süreçte, Cöntürk’ün 20. yüzyıl Türk edebiyatındaki yeri iyice belirginleşecektir.
2004 yılından günümüze bu “önemli çalışmalar” yapılmadı, belki daha sonra yapılır, tam ters yönde sanki Cöntürk’ü gün geçtikçe uzaklaşıyoruz ve en değerli eleştirmenlerimizde bir Ataç arayışı gözleniyor:
Bir şiirden etkilenmek o şiir hakkında dışarıdan söylenebileceklerin hepsinden daha değerlidir; onun etkisine maruz kalmak, benim o şiir hakkında düşüneceklerimden de kıyas kabul etmez bir biçimde çok daha değerlidir.
Şiire değer veren ne kadar güzel bir algılayış. Öyle mi? Bu alıntı Orhan Koçak’ın Ataç’a selamdan fazlasını verdiği yerdir. Kendi deyimiyle, son yıllarda oluşan “Ataç Endüstrisi”ne Koçak da katılmış görünüyor.
Mevcut iktidarın, batı kültürünü “sol” göstermesinin etkisiyle ve sağın karşısına tarihsel figür çıkartma hevesiyle “batıcıyı sol olarak görmeye başlayan” sol da sağa gidiyor. Antikacı veya vintage merakıyla “nur aramaya” gerek duymayacaksak, Ataç tipik Türk aydınıdır; Ahmet Midhat’tan bir adım solda, Çetin Altan’dan bir adım sağdadır. Cemil Meriç’in karşısına bir “sol” aydın tedariki mi gerekiyor? Batıcı, cumhuriyetçi olması onu solcu saymaya eskiden yetmemişti, bugün yeter mi? Saygıya değmez elbette ki değil, denemecidir, öztürkçecidir, evet ama eleştirmen değildir. Öznel olup olmaması değil sadece, İkinci Yeniyi hiç anlamamıştır; havsalası almamıştır.
Ama Koçak bir Marksist’tir ve nesnelliğin önceliğine inanmak noktasında Cöntürk’le son düzlemde hemfikir olmalıdır. Cöntürk’e olan eleştirisi de Cöntürk’ün fazlaca katı sistemi, metne göre şekil almaması olabilir. Koçak’ın eleştirilerinden gözlediğim kadarıyla tek bir yönteme bağlı kalmayıp, bir metne (yengece) neresinden yaklaşacağının değişmesi gerektiğini, tek bir kuramsal alet-edevat setiyle her metne yaklaşılamayacağını ve eleştiride kullanılacak kuramsal ekipmanın eleştirilen nesneye uygun seçilmesi gerektiğini düşünür (bence).
Bu arada illa 70’lerin bir şiiri olacaksa bu eylemin maksimize, sözün minimize edildiği davranışçı şiir olabilir: Şair ruhlu editör Selahattin Özpalabıyıklar’ın banka hikayesi böyle bir şiir olabilir, olur. İlla seksenlerin de bir şiiri olacaksa bu şair ruhlu eleştirmen Orhan Koçak’ın şiir tadı veren şiir eleştirileridir, bence öyledir. Koçak şiiri sever, hatırlar. Şiirlerin sesi üzerine birçok farklı yazıda bu kadar durmasının nedeni onları, sıklıkla şairlerini unutarak şiirlerin seslerini içinde gezdirmesidir.
Ama Ataç’a yakınlaştıkça Cöntürk’ten uzaklaşan Koçak’ın internet sataşmalarını derlediği kitabına “Polemikler” adını vermesinin, bir eliyle kendi ağzını kapatarak yazdığı yazılarında yıllardan beri kaçındığı edebi hesaplaşma boşluğunu doldurmaya yeteceğini sanmıyorum.
Haluk Aker’e bir mektubunda “her kuşak eleştirmenini yetiştirmeli” diyen Cöntürk’e hak verecek olursak, Cöntürk’ten sonraki kuşaklar bu konuda başarılı olamadı. Tüm çalışmalarını dikkatle izlediğim günümüzün üç önemli eleştirmeni Koçak, Alpay, Gürbilek 2000’ler şiirinde bilinçli bir iz bırakmaktan kaçındılar (içlerinde en az Alpay kaçındı).
Cöntürk’ün amansız eleştirmeni ve Orhan Koçak’a göre “İkinci Yenicilerin en bilgilisi, en kültürlüsü, en zekisi” Cemal Süreya’nın 80’lerde haftalık olarak yayımlanan günlüklerinden ve şair portrelerinden pek çok şair adı öğrenebilirdiniz, ama şiir eleştirisi adına pek bir şey öğrenemezdiniz.
Haluk Aker’e mektuplarının bir yerinde Cöntürk sorar: “[K]um tanesi olmaktan nasıl kurtulacağız?” “Kum tanesi” neyin simgesi? Önemini yitirmek, sıradanlaşmak, unutulmak… Her edebiyatçının en büyük korkularından biri, onun başına, bence vaktinden erken, gelmiş görünüyor.
Ancak bu yazı Cöntürk’ün “değeri bilinmedi” tarzı bir “övgü” düzmek için kaleme alınmadı, Cöntürk bu topraklarda kıymeti bilinmeyen yüzlercesinden biridir, ama Cöntürk’ün dışlanmasını hali pür melalimizi anlatır bir öykü olarak anlamlı buluyorum.
Edebiyat ortamımız günümüzde “biz bize benzeriz” nevinden kapalı devre özellikleri gösteriyor, yenilerin pek de yeni olmadığı, kişisel davaların edebi tercihlere hakim olduğu, gerçek edebiyat eleştirilerinin çok az görüldüğü, şiirin ve eleştirinin birbirini geliştirmediği bir dönemden geçiyor.
Cöntürk’ün edebiyattan başka önceliği yoktu, edebiyattan tek başına çekilmedi, onun büyük dışlanması, biraz da edebiyatın edebiyattan dışlanmasıydı.
“Cöntürk’ün Büyük Dışlanması” Türk edebiyatını, şair olmakla bir ilgisi bugün maalesef kalmamış bir İsmet Özel’in kucağına getirip bıraktı.
Nâzım sansürlenmesi gibi yerli yersiz övülmesi de onun değerini görülmez kılabiliyor. Necmiye Alpay’ın Nâzım üzerine yazıları onun şiirinin ve duruşunun bu olağanüstülüğünü yerli yerince (Türk edebiyatında ender rastlanan bir biçimde) vurgulamıştır. Yaklaşma Çabası, Kanat Kitap, 2005, s.63–96.
Turgut Uyar, Korkulu Ustalık, YKY, Şubat 2012, s.50–53.
Hüseyin Cöntürk, “Turgut Uyar”, de Yayınevi Ağustos 1961, şu kitabın içinde: Hüseyin Cöntürk, Çağının Eleştirisi (Birinci Kitap) , s.207.
Hüseyin Cöntürk, Çağının Eleştirisi (Birinci Kitap), agy, s.241.
Agy, s.254.
Agy, s.255.
Güven Turan, “Hüseyin Cöntürk: Modernist Şiir İçin Modernist Eleştiri”, şu kitabın içinde: Hüseyin Cöntürk, Çağının Eleştirisi (Birinci Kitap), YKY, 2006, s.11.
Agy, s.241.
Agy, s.245.
Agy, s.209.
Hüseyin Cöntürk, “Şairler Sözlüğü”, Dönem Dergisi, Nisan 1964, S.7. Şu kitabın içinde: Hüseyin Cöntürk, Çağının Eleştirisi (İkinci Kitap), YKY, 2006, s.529.
Cemal Süreya (Osman Mazlum imzasıyla], “Geçen Ayın Şiirleri”, Dönem Dergisi, Temmuz 1964, S.10.
30 yıl önce bir “ergen şiir”e karşı birlik olan İkinci Yeni şairleri, bu sefer Ahmed Arif’in “ergen şiiri”ne sahip çıkarak 30 yıl sonraki başka bir “ergen şiir”e kapı açmaktadır. Kendi yazısına referans verme nahoşluğuna rağmen daha önce yazdığım gibi, siyasi görüşleri farklı olsa da, kendi başına bir gelenek gibi davranan “ergen şiir”lerden ne bu ülkede yazılan şiire dair, ne de dünya şiirine dair bir yere yol çıkar. “Ergen Türk Şiiri”, Natama Ocak-Mart 2018, S.17.
Cemal Süreya, Yeni Dergi, Eylül 1968 ve Nedim Gürsel, Yeni Dergi, Kasım 1968. Daha sonra Cemal Süreya bu yazı için “nasıl acımasız bir yazı yayımlamıştım onun için” diye yazacaktır. Günler, YKY, 2002, s.291.
Murat Belge ile Söyleşi, yasakmeyve, Aralık 2008, S.35, s.73.
Turgut Uyar, Korkulu Ustalık, agy, s.429.
İlk Yayım: Güney Dergisi, S. 26, Kasım 1969, şu kitabın içinde: Turgut Uyar, Korkulu Ustalık, s.499.
Süha Oğuzertem, Edebiyat ve Eleştiri, S.74, Mart-Nisan 2004, s.100. Post-mortem yayımlanan mektupları “edebiyat kamusunu gereksiz yere meşgul etmemeyi tercih etmiş” bir edebiyatçının, edebiyatla ne ölçüde meşgul olduğunu gösterir.
Hüseyin Cöntürk, Eleştirmenin Arzusu/Hüseyin Cöntürk’ten Haluk Aker’e Mektuplar (1968–2003), YKY, 2015, s. 275.
Ece Ayhan, Bir Şiirin Bakır Çağı, YKY, 2002, s.119–120.
Hüseyin Cöntürk, Eleştirmenin Arzusu, agy.
Necmiye Alpay, Yaklaşma Çabası, agy, s.10.
Süha Oğuzertem, agy, s.100.
Orhan Koçak’la Söyleşi, Natama, S.5, Ocak-Mart 2014, s45.
“[Defter’deki iki yazıdan s]onra Melih Cevdet Anday üzerine dört yazı daha yazdım ve anladım ki onu ben sabitleyemiyorum.” Orhan Koçak’la Söyleşi, Natama, agy, S.5,s.46. Koçak’ın Anday’la sevgi-nefret ilişkisi yaşadığı yazıları ayrı bir inceleme konusu olmakla beraber, bugün hâlâ Oktay Rifat dosyasında yer alan yazısında Anday’ın şiirlerini çözümlüyor. Çok da iyi yapıyor. Notos, Nisan-Mayıs 2019. Diğer zamanlarda bir neo-Ataç olma hevesine kapılır görünüyor olsa da, Melih Cevdet örneğindeki gibi bir konuya saplanmaktan vazgeçememesi Koçak’taki Cöntürk’tür.
Ataç’tan bir Orhan Veli’nin post-mortem yayımlanan “Bütün Şiirleri” dolayısıyla makalesinin yargı cümlesi şu şekildedir: “[Orhan Veli’nin Bütün Şiirleri k]üçücük bir kitap, ama bir şairden, genç bir şairden kalmış bir kitap, neler neler var içinde…” “Eleştirileri” bu türden “nida”larla doludur. Nurullah Ataç, “Orhan Veli,” Günlerin Getirdiği/Sözden Söze, YKY, 2000, s.203. 2000’lerden sonra edebi kanaat saçmaya hazır Ataçların ürettiği ortam edebiyata nefes aldırır gibi değildi, hâlâ değil.
Polemikler kitabında Adorno’nun entelektüellere dair tanımı “rekabet içindeki ricacılar”dan yeterince iz bulmak olası. Orhan Koçak, Polemikler, Metis, 2019. Gerçek bir polemik içermeyen kitabın adı ve sadece adı “polemikler” olunca, “risk almıyorum ama risk alır gibi görünmeye talibim” kitabı gibi geldi bana.
Hüseyin Cöntürk, Eleştirmenin Arzusu, agy, s.216.
Orhan Koçak’la Söyleşi, Natama, agy. s.48.
Cemal Süreya’nın günlükleri günümüzdeki eş-dost övgüsü geleneğinin ilk örneklerinden birisidir. Haftalık olarak çeşitli dergilerde günbegün yayınlanan bu yazılara yanılıp da inanacak olsak, şiir ortamı şair kumaşına sahip genç, yaşlı yetenek kaynıyor, Türk edebiyatı 1980’lerde altın çağını yaşıyor sanabiliriz. Günler, YKY, 2002. Maalesef günümüzde çok tanıdık bir davranış kipi. Cöntürk ise bunun tam tersiydi, “beğenecek kimse bulamamak” olgusu hakimdi onun aynı dönem yazdığı mektuplarına.
Hüseyin Cöntürk, Eleştirmenin Arzusu, agy, s.291.
“İsmet Özel’e sorulsa, şiiri mi yoksa kürsüyü mü daha çok sevmektedir?” Cevabı çok da önemli değil, birçok şaire, örneğin bütün İkinci Yenicilere sorulması bile acayip bir saçmalık addedilecek böyle bir sorunun İsmet Özel’e sorulabilmesi bile, bu olasılığın mantıklı bulunması bile çok şey ifade eder.
1990 ve 2000’lerde şiire başlayan solcu, sağcı, vb. tüm görüşlerden ama özellikle İsmet Özel bilmemek, okumamak günaha yakın bir suç sayıldı. Özellikle Kürt kökenli şairlerin derinden yakalandıkları bu dille hesaplaşmaları bugün hâlâ sürmekte.