bostandaki pırlağuç
İlker Şaguj
xix
uyakınca, kerhen turunç bir gövdenin üzerine yığılan güneş
gırtlağı kubar kedinin ikramlık bir nûr’a yâ kerkinmesi
ezberlettirilebilir çöl, engereği mezuradır, hayaları mişmişten
başağrısına birer ikişer dübel yutar
esnası, o küçük çocuğa göstermeden Borchert
gözdesi cardına sepetindeki tavşanları parçalatır
tohtlu dolunayda dönüşmeli kurtadamın sahisi
şansadır o vakt, pembe kutudaki sanal bebek
isimliği altın künyeyi afırtıp toz olur
aslola ki bûseyle değil, fortlanarak uyanmıştı tâze
bulduğusa küllük dolusu kirpikti suratına eğilmiş
bayak, beng emdirilmiş bir homurtuyla everdiler
ve kuyuya -içi peş peşe fil- serpiştirilmiş bin azardan
aselbent kokar bin yankı uyanır
çekedurı sinesine konuşlanan yeniyetme oğlanı
çöl, bağrı kurbağa, kumların arasından kıpranırken
bedevi salyasıyla yeşermiş vahada buğulanan terane odur ki
“güzelin ardı güzel, melanetin ardı melanet mi sen ona bak”
biraz önce hırmışladığım
çelenk ufaladıcak tabulara cellat, ağzında alıç
yelerivip ekşi bir limonluğa, yerleri kerkenez
sırtı, ya önüsü domalıçtır
kızı soyunadurısa, ablası -fisebilillah- L’amant filmindeki
vapurun ve çinlinin
“ağzının suyuyla fercini, fercinin suyuyla da şercini”
diyeduran, altında yatar.
kocar kitap, içi haşviyat uymadısa galatımeşhur
sahibi elezerdir, hem ki elmastıraş zebbi bilfiil avcunda
o köyden savsak bir uçak havalanır maşrıka
düşürüldüğü yerde hı deyip tomurcuklanası
gün battıcak yarasalanıp mağaradaki sarkıttan
bir saksağanca yere dalarım
alnımı cızırtan rüzgâra sıygımla bastırarak
gıyırtısı, kulağı sağ avcuyla bükülü hem örsembedir
Sâriye’ye ulanır.
şubat ‘16