Bile isteye ortalama beğeninin şiiri

Mehmet Öztek

Natama Dergi
12 min readMay 31, 2020

1982 yılında Burdur’un Tefenni ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu (2004). Aynı bölümde yüksek lisansını (2008) ve doktorasını tamamladı (2016).

1997 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’inde “dikkate değer” bulundu. 1999 Ali Rıza Ertan ve 2000 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülleri’nde birincilik aldı. 2003’te İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Berna Moran Şiir Yarışması’nda birincilik ödülünü, 2005 Homeros İnceleme Ödülü’nde “Edip Cansever’in ‘Kaybola’ Şiiri Üzerine” adlı incelemesiyle üçüncülük ödülünü kazandı.

Kuytumda adlı ilk şiir kitabı 2000 yılında Hera Yayınları’ndan çıktı. İkinci şiir kitabı Belki Sessiz ise 2008’de Yapı Kredi Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kitaplarının yeni basımları Kırmız Kedi Yayınevi’nce yapılmaktadır.

Seçme Şiirleri, The Sea Within (İçerdeki Deniz) adıyla Şubat 2011’de İngiltere’de Shearsman Yayınevi tarafından Geoge Messo çevirisiyle yayımlandı. İkinci kitabı Belki Sessiz Monika Carbe çevirisiyle Almanya’da Elif Verlag Yayınları arasında çıktı.1

Yukarıdaki özgeçmişi Gonca Özmen’i tanıtmak için almadım; ilk kitabının üzerinden 19 yıl geçmiş ve üçüncü kitabı bile isteye’yi geçtiğimiz günlerde yayımlamış bir şairi özgeçmişiyle tanıtarak başlamak tuhaf olurdu. Kaldı ki Özmen’in şiir geçmişi son kitabından aktardığım bu bilgilerle de sınırlı değil; Belki Sessiz adlı kitabıyla Şiiristanbul Sevda Ergin Şiir Ödülü’nü (2009) ve geçtiğimiz günlerde de Gümüşlük Akademisi’nin ödülünü aldı. İrili ufaklı, “dikkate değer”li, “üçüncülük”lü, önemli önemsiz sayabildiğimiz kadarıyla 7 ödül. Palto dergisinin genel yayın yönetmenliğini; Ç.N adlı çeviriye odaklı edebiyat dergisinin de söyleşi editörlüğünü üstlenmiş. Edebiyat dergilerinin çoğunda adına rastlayabildiğimiz bir isim. Sosyal medya hesaplarına bakarsak da yurtiçi ve yurtdışında gerçekleştirilen sayısız fuar, festival ve imza günlerinin aranan ismi olduğunu anlıyoruz. Festival organizatörlüğü de sayabileceğimiz meziyetlerinden biri. Ayrıca, lise yıllarından arkadaşı Şafak Türkel’in yönetmenliğini yaptığı “Göle Yas” belgeselinin müziğinin üzerine de “GÖLE YAS” adlı şiiri kaleme almış. Ayrıca “BEKLEDİM” ve “MEMET” adlı şiirleri de bestelenmiş.

Belki yazının sonunda söylemem gerekenleri şimdiden söylüyorum: Özgeçmişindeki bilgilerden, özellikle 7 yarışmada adının geçmesinden de kısmen anlaşılacağı üzere, etliye sütlüye karışmayan, herkesle her edebi mecrada iyi geçinen, katıldığı ödüllerde, yer aldığı mecra ve etkinliklerde seçici olmaya birinci derecede özen göstermeyen, Türk şiiri mahfilinden bir hayli memnun, naif bir profil çiziyor Özmen. Eleştirel bir tavır takınacağında bile isim vermeyerek kırıcı olmamaya, korunaklı bölgede kalmaya dikkat ediyor.

Enver Topaloğlu’nun, son kitabı vesilesiyle kendisiyle yaptığı bir söyleşide Özmen’in söylediklerine kulak verelim:

Topaloğlu: Şiirin geçmişi, şimdisi ve geleceği hakkında neler söylemek istersin… Modern Türkçe şiirle ilgili genel bir değerlendirmen vardır elbette…

Özmen: (…) Bu hız, çağa uysa da şiire uymuyor! Sadece kendine kapanma, sadece kendine hayran olma, kendinden başı dönme var yazık ki çoğu şairde. Bir başkasının şiirini irdeleme, anlama çabası; bir başkasının şiirini de kendi şiiri denli sahiplenme, sevme, çoğaltma; çağdaş dünya şiirini yakından izlemeye gayret etme, bunun için aranışlara girme, bir yenilik hevesi, bir başkalık arzusu yok.2 (abç)

Özmen’in günümüz şiirine dair bir değerlendirmesini içeren bu alıntıda belirli birileri eleştirilir gibi, ama kimi/kimleri kastettiğini bilemiyoruz. Kimseyle çatışmama kaygısı taşıyan bu türden üstü örtük eleştirilere edebiyatımızda sık rastlıyoruz ve bu yakınmaların kesinlikle hedefini bulmayacağını biliyoruz; hatta tam tersine bumerang gibi fırlatıldığı yere dönebilir rahatlıkla. Bu parçada önemli bulduğum nokta hemen hemen her iyi şiirde gördüğümüz “yenilik hevesi” ve “başkalık arzusu”ndan bahsetmesi. Özmen, aynı söyleşide kendi şiiri için birkaç defa “cüret”ten bahsediyor:

Evi yıkmış, kırık kolu saklayan yeni de yırtmış. Cüretli, harlı, hararetli bir şiir öznesi bu.

Ev, yuva, aile, beden, rahim, toplum, evren — her biri bir aitlik sorgusu, her biri bir başka azap. Her biriyle yüzleşiyor şiir öznesi — bir cüret bu!

Son kitabı bile isteye’yi, özellikle söyleşide bahsettiği “cüret,” “başkalık arzusu” ve “yenilik hevesi”ni mercekle arayarak okudum. Özmen’in son kitabı biyografisinin hakkını verircesine, yeniye, farklıya, gerilimli olana değil; kanıksanmış, test edilip onaylanmış ortalama beğeni düzeyinin alkışlarına odaklanmış bir şairin elinden çıkma bir kitap.

Geçmişin ve yaşadığı dönemin genel geçer eğilimlerine aşkla bağlı ve aşkına karşılık bulmak için şiirde farklı bir dil, farklı bir sözce, yeni bir algı ve kimlik inşa etmeyi, risk almayı ihmal etmiş ya da göze alamamış bir şairin şiirleri bunlar. Biyografik bilgilerle başlamamın nedeni Özmen şiirinin karakteristiği ile özgeçmişi arasındaki hesaplı kitaplı uyumla ilgili.

Kısa, sade, sese ve ritme yaslanmaya çalışan, lirizmle sıkı bağı olan bir şiiri var Özmen’in. Sesli okunabilecek, mümkünse ezberlenebilecek hatta bu uğurda yer yer kuru aforizmaya dönüşen bir şiire odaklanmış; ikili mısra düzenini sıkça kullanmasını da türkülere, sözlü şiir geleneğine bağlılığının yanı sıra kolay okunma motivasyonuna yorabiliriz.

Gonca Özmen’in söyleşilerinde övdüğü şiirde “ses ve ritim”den başlayalım. “Ses” düşüncesini akılda tutarak yazmış olsa gerek, bile isteye’deki şiirlerin yarısından fazlasında “ses” sözcüğünü kullanıyor Özmen. Sayabildiğim kadarıyla bu sözcük 29 defa geçiyor kitapta. Şairlerin ısrarla kullandıkları sözcükler olabilir, öyle ki o sözcükler bize o şairleri hatırlatır, adeta kendilerinin kılmışlardır. Gonca Özmen’in şiirde hayat verdiği, şiire kattığı ve onu hatırlatan bir sözcük aradım bulamadım; İlhan Berk, Sina Akyol, Ahmet Muhip Dıranas, Gülten Akın ve daha nicelerinin eskittiği bir sözcük, “ses.” Özmen belki de “s” harfinin ıslıklı tınısına kendini kaptırmış olabilir, ama bu neredeyse her yerde aynı anlamda kullanılan, şiire yeni bir hava getirdiği iddia edilemeyecek bir tekrara dönüşüyor:

“Bendeki ses öylesine değil” s. 11

“Sevgilim — sen benim sesimden geçtin sularla” s. 12

“Sesimden gürültülü trenler geçti bekledim” s. 13

“Terli rüyalara yatmış kalkmıştık sesimizdeki yatırla” s. 15

“Benim sesimde öfkeyse birden bire

Onunkinde çokça kanarya” s. 24

“İPLİKTEN ÖNCE” ve “TÜH” adlı şiirlerde de “ses” sözcüğü defalarca tekrarlanıyor.

Özmen’in çok tekrar ettiği bir başka sözcük de “söz”. Şiiri didaktizme aforizmaya yaklaştıran bir sözcük seçimi daha. “Özmen’in söyleşisinde dillendirdiği ‘cüret,’ ‘yenilik,’ ‘başkalık’tan kastı bu mu?” diyoruz, ama düzyazıdan bile daha parıltısız “söz”lerle yetiniyoruz, işte birkaç örnek:

“Düğmenin çözülüşüdür anlam

Sözdür kime vursa öldürür” s. 12

“Onun sözleri, çözdüydük dizlerimin bağıydı” s. 15

“Eğik başım öyle, sözüm perişan, kavgam ılık” s. 23

Şiir atölyelerindeki kurslara 3–4 kez katılan, birkaç şiir kitabı ve mümkünse birkaç şiir eleştiri kitabı okumuş herhangi birinin kurabileceği, tasasız, tasarısız, buluşsuz sayıklamalar. Özellikle son dizede “başı eğik,” “sözü perişan,” “kavgası ılık” gibi betimlemelerde duygu sömürüsünden başka bir şey bulamıyoruz.

“S” ve “z” harflerinin büyüsünden bize ritmik bir şiir değil, söyleşideki sözlerini doğrularcasına “çağın hızına uymayan” bir şiir kalıyor; atonal müziği bir tarafa koyun, rock and roll, punk ve rap’i bile tecrübe etmiş kulaklar için epey eski bir tutum. Sazlık, beyaz, su, uzak, eski, ağız, ayaz, rüzgar, serin, sur, vs. sözcüklerini de seven (örnekleri çoğaltmak mümkün) Gonca Özmen duygusal yükü ve ritmi olan sözcüklerle yazmayı iyi şiir yazmak sayıyor. “Hazır duyarlılık”a hitap eden sözcük veya durumlarla yazarsanız verili okurun, pop okurun beklentilerini karşılamış olabilir, ancak şiiri ilerletmek adına kayda değer bir iş yapmış olmazsınız. Klişe olmayan, şiirde pek karşılaşmadığımız “çırıl,” “pıtrak,” “pırıl” gibi parlak sözcükleri kullanması da “yeni bir şairanelik” aramaktan epey uzak:

“Ada bir içerlek kız olmuşken

Çırıl bir dalken uzandığı umut” s. 33

“Çırıl” gibi bakir ve gerilimli bir sözcük Gonca Özmen’in elinde “dal” ve “umut” gibi klişelere sos ediliyor.

Gonca Özmen, coşkusunu, çocukluğunu yitirmiş büyük kalabalıklara yazıyor. Bildikleri, hissettikleri şeyleri başkalarının ağzından tekrar duymaktan hoşlanan okurlar, bu okurlara hitap eden “pop şair”ler ve ortaya çıkan bu saat gibi tıkır tıkır işleyen “kusursuz iletişim”den memnun olan onay mekanizmaları her zaman oldu, olacaktır. Adam Phillips Kreşteki Yabani adlı eserinde, “…‘yeterli sözel ifade’ konusunda kafamızda kurduğumuz en canlı, ama en yanıltıcı tablo, bir komutu vermiş olan kişiyi görünürde memnun etmek üzere yerine getirilen komuttur,”3 der. Ortalama beğeninin “komutlarını yerine getiren” tarzda şiirler yazdığı halde Özmen’in şiirde “cüret” ve “yenilik”ten bahsederek gerçek okura göz kırpması bu yazının yazılmasının başat gerekçelerinden biridir.

“Cüret,” “başkalık arzusu” ve “yenilik hevesi”ni gelenekle kurduğu bağda arayalım, değil mi ki “başkalık” ve “yenilik”ten bahsediyoruz. Özmen’in gencinden yaşlısına çatışmasız, barışık bir bağı var gelenekle. Özmen’den reddiyeci, avangart bir tutum beklemek boşuna olur, en azından metinlerarası ilişki kurduğu yerlerde alt metne “başka bir bağlam”, başka bir patika açmasını beklemek okur olarak hakkımız olsa da elimiz boş dönüyoruz. K. Aktulum’un J. Kristeva’dan yaptığı alıntılara dayanarak, “bağlam değiştirme”yle ilgili söylediklerine bakalım: “Metinlerarası, başka metinleri taklit etmek ya da onları olduğu gibi yeni bir metne sokmak işlemi değil, bir ‘yer (ya da bağlam) değiştirme’ (transposition) işlemidir. (…) Bağlam değiştirme, bir gösteren dizgesinden, başka bir gösteren dizgesine geçişin, ‘varlıksal olanın (yani eskinin yıkılıp yenin kurulması) yeni bir eklemlenmesini gerektirdiğini’ daha iyi belirtir.”4 Özmen’in metinlerarasılığı kullandığı yerlerde, alt metnin tekrarından öteye geçemediğini aşağıdaki örneklerle anlatmaya çalışacağım:

Nâzım Hikmet’in “Seviyorum seni/ denizi ilk defa uçakla geçer gibi/ İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık” dizeleri Gonca Özmen’de aşağıdaki hale geliyor; gönderme, anıştırma, alıntı gibi metinlerarası tekniklerin işlevsiz kullanımına, “kes yapıştır”a iyi bir örnek:

“İstanbul’a gece uçaktan bakmak gibi olmuşum.

alçaldıkça büyüyen büyüyen” s. 27

İlhan Berk’in “Her akşam seninle/ Yeşil bir zeytin tanesi/ ……. / Seni düşündükçe/ Gül dikiyorum elimin değdiği yere/ Atlara su veriyorum/ Daha bir seviyorum dağları” dizeleri de bir çeşit yeniden üretimle karşımıza çıkıyor:

“İnsan bazen zeytinlere gider

Atları doyurur, perdeyi eller” s. 66

Onur Akın’ın aynı türküde birleştirip bestelediği bu iki şiir “hoş bir tesadüf” olarak Gonca Özmen’in bile isteye’sinde okur avına çıkıyor. Özmen’in beğenilme arzusu, hem şiir hem türkü olarak beğenilmiş ve artık başka bir eserde hayret uyandıracak bir tarafı kalmamış bir işi karşımıza tekrar çıkarıyor.

Orhan Veli’nin eski şiiri makaraya aldığı “Şiir yazıyorum/ Şiir yazıp eskiler alıyorum/ Eskiler verip Musikiler alıyorum” dizeleri de Gonca Özmen’in sesinde bir mırıldanmaya dönüşüyor:

“sesler alıp sesler veriyoruz” s. 54

“Ölümer alıp ölümler veriyoruz” s. 54

Turgut Uyar’ın “ben koşarım aşağlara koşarım/ yıkanacak boğulacak su bulsam” dizelerinin Gonca Özmen’deki karşılığına bakalım; sırf “yunmak” sözcüğünün “hazır cazibe”sini kullanmak için bu mısralar da metinlerarasılığa heba ediliyor. “Özmen çölde mi yaşıyor, belediye suları mı kesti” dedirtecek cinsten sözüm ona bir metinlerarasılık daha:

“Yunacak su bulsam su bulsam ben yunacak” s. 54

Örnekleri çoğaltmaya gerek yok, bu kadarı Özmen’in farklılıktan, yenilikten ne anladığını göstermek için yeterli. Ama bir örnek daha var ki onu metinlararasılığın “dostlar alışverişte görsün” tarzı kullanımı ile izah etmek zor. Gonca Özmen kendisinden 5 yıl sonra şiir yayımlamaya başlayan Aslı Serin’in 2007 yılında yayımlanan ilk kitabı bu benim zip’teki bir şiirinden etkilenmiş olacak ki “MEMET” adlı şiirini Serin’in şu iki mısrasının üzerine kuruyor: “Bu beni yoksullara dağıtın, bu beni alın işçi yapın bu beni terzi.”5 Türk şiirinde “başkalık arzusu, yenilik hevesi yok” diyebilecek kadar iri ve Türk şiirinden bihaber laflar eden Gonca Özmen’in “MEMET”ini okuyalım şimdi de, italik yok, atıf yok. Erdoğan Alkan’ın Şiir Sanatı adlı kitabında yaptığı gibi her metinlerarası ilişkiyi intihal ile ilişkilendirmek niyetinde değilim ama bu, şiir çalmak değilse eğer düpedüz rol çalmaktır:

“Sen bu beni kuşlara

Al bu beni varoşlara” s. 41

“Sen beni en iyisi yoksullara kat

Al bu beni memet al bu minareden at” s. 42

İlk dize tam Gonca Özmen’lik, “cinsel iştah” kuşlara yem ediliyor, kuşlar, ne kadar da romantik değil mi; ama hayır, kuru sıkı bir atış, kuşlar bu pası alamaz. Aslı Serin şiirine sınıfsal bir refleks ve orijinal bir söylemle giren cinsellik, Gonca Özmen’in ikinci dizesinde tekrar edilmiş bir kenar süsü olarak kalıyor.

Üçüncü dizede Serin ile beraber bir konuğumuz daha var; “ben uzun minareliyimdir doğma büyüme” diyen Cemal Süreya’nın aynı şiirinin devamında “ne yapıp edip denizi görmek isterim”le anlattığı orgazm, Özmen’de pek değişime uğramadan “minareden atılmak”la ifade ediliyor.

bile isteye’nin yayımlanmasının hemen ardından yakın arkadaşları Baki Asiltürk ve Gökçenur Ç. Kitap-lık dergisinde “diyalojik okuma” yaptılar:

“Şiirinde kopuşlar yok. Sürekli sıçrayışlar var, şiiri geriyor ama koparmamayı başarıyor.”6 (abç)

Gökçenur Ç.’nin bu tespitine katılmamak elde değil ama ciddi bir farkla; koparmamayı başarı olarak görüyor Gökçenur Ç., bizse bunu şiirde övülecek değil kaçınılması gereken bir durum olarak görüyoruz.

Yine Gonca Özmen’in yakın arkadaşlarından Şeref Bilsel Hayal dergisinin 72. sayısında bir yazı yazdı bile isteye hakkında; Özmen’in sosyal medyada abartılı bir “iade-i taltif”le duyurduğu yazıda bakalım Bilsel ne diyor:

“Bir iç `Ada` şiiridir okuduğumuz, kıyıları el ele vermiş, başka karalara el vermeyen, ten ile tinin yükünü ustalıkla harmanlayan bir iç ada `bile isteye` bence”.7

Bilsel’in “başka karalara el vermeyen” dediği Gonca Özmen şiiri, yukarıda anlattığım gibi başka karalara basmadan yazılamayacak bir “gölge şiir” olmasın sakın.

“Son derece titiz ve dikkatli. Kendi sesine başka ses bulaşsın istemiyor” diyor Şeref Bilsel, Özmen için. Evet, Özmen’in sesine başka seslerin bulaştığını arkadaşları görmeye dursun, biz “kendine has bir ses dahi bulamadık” deyip bu bahsi kapatalım.

Söyleyiş ve şiir tekniğinde “cüret”le ilişkilendirebileceğimiz bir hamle bulamadığımıza göre Özmen’in “ne anlattığına” odaklanalım. Kitaba adını veren ve kitabın ilk şiiri olan “BİLE İSTEYE”de Özmen’in “ev” ile ilgili bir sorunu olduğunu sezer gibi oluyoruz. Yine başka şairlerce eskitilmiş bir sözcük, en çok da Behçet Necatigil; ama hakkını teslim edelim, Özmen bu şiirde ilk defa yaslandığı alt metne bir mesafe kazandırıyor. Necatigil’deki süssüz ve pozsuz, sahici bir bakıma da evcil bir edayla hemhal olunan hatta bazen savaşılan “ev”, Özmen şiirinde tamamen hedef tahtasına konuluyor:

“Sevgilim — beni eve götürme geceleri

Beni en çok eve, en çok geceleri” s. 9

Burada nihayet şiirsel bir “cüret” izi bulduğumuzu kabul etmemiz lazım; sevgili, eş olsaydı eğer, “beni eve götürme” demek anlamsız olurdu; o halde okur olarak serbest atış yapma hakkımızı kullanıp evli veya boşanmak üzere olan birinin bir sevgilisinin olduğunu itiraf etmesini -kurgu ya da gerçek olmasından bağımsız olarak- kayda değer bulduğumuzu belirtelim.

“Sevgilim — beni gündüzlerden kolla” s. 10

Bu dize de, geceleri evin değil ama evliliğin değer yargılarıyla kıstırılan birinin, gündüzleri sosyal normlarla boğuştuğunu göstermesi açısından önemli. Ancak “cüretkar şiir” bekleyenler bu izleğin üzerine gitmesini beklerken Özmen çekinip geri adım atıyor:

“Ölülerin sazlığından geçir, annenin yanağından

Çorabı kaçık kızlar zaten sabahın değil” s. 10

“Beni süsenlere söyle, yaseminlere beni

Beni semazenlere en çok, beni en çok geceleri” s. 11

Sazlık, semazen, süsen, yasemin, tanıdık geldi mi? Gelenekçi seyirciyi kaybetmemek için sahneyi terk eden ürkek bir şairle kapatıyoruz şiiri. Şiir, beklentilerinin karşılanmasını isteyen okura yazılmaz; şiir beklentileri değiştirerek dönüştürerek hatta bazen bozarak kendi okurunu yaratır. Özmen’in, günümüze kadar kalabilmiş iyi şiirlerin çoğunda gördüğümüz bu özelliklerin farkına vardığından emin olamıyoruz.

Kitabın tamamını okuduğumuzda elimizde kalan şeyin “ev” ile ilgili bir problem değil “evlilik” olduğunu idrak ediyoruz. Şair boşanmış ve evliliğe cephe almış. Evliliğe hatta aynı evde yaşamaya karşı olmamızı bekleyen bir davet var şiirlerde:

“Götürme beni o apansız kapana

Ev dediğin ne ki kaçtığımın yanında” s. 10

“Evde zehir var

Halıların altında, yanında komidinin

Yakınını bulduğunu sandığın yerde” s. 33

bile isteye Eylül 2019’da yayımlandı. Kitapla ilgili Ekim 2019’da Gazeteduvar’da yıldırım hızıyla bir görüntülü söyleşi ve bir de yazı yayımlandı. Söyleşiyi arkadaşı Anıl Mert Özsoy (14.10.2019), yazıyıysa arkadaşı Deniz Durukan yazdı (17.10.2019). Bu iki içeriği karşılaştırdığımızda tesadüf denilemeyecek benzerlikler bulmak işten değil. Uzun uzadıya karşılaştırmak yerine söylediklerimin havada kalmaması için birkaç benzerliğe değinip geçeceğim. Özmen, çekim sırasında şiirlerindeki “dişil enerji” için şunu söylüyor ama diğer metinden haberi yokmuş izlenimini vermek için Deniz Durukan’ın adını dahi anmıyor:

“…dişil enerji ya da dişil güç daha öne çıktı, ilk iki kitapta bu denli var mıydı bilemiyorum fakat cinsiyetsiz olduğuna dair yorumlar geldi.”10

Özmen yorumun kimden geldiğini söylemese de 3 gün sonra yayımlanan yazıda fikrin kime ait olduğunu biz biliyoruz. Bakın harfi harfine Deniz Durukan ne diyor:

“İlk iki kitabında daha kapalı bir anlatımla ve cinsiyetsiz bir dille okurun karşısına çıkan Özmen, bu sefer hem itirafçı şiirlere imza atıyor hem de dişil sesi vurguluyor.”10

Durukan ve Özmen’in söylemlerinin birbirine karıştığı birkaç alıntı daha, aşağıdaki alıntılar Durukan’dan; Özmen’in söyleşisini izleme sabrını gösterirseniz “cinsiyet rolleri”den tutun, “ikili karşıtlıklar”a, oradan “melez”liğe varana değin aynı sözlerle karşılaşacaksınız:

“Ancak dişil ses, tüm cinsiyet rollerini tersyüz eden bir tavırla kendini gösteriyor.”

“Aynı tavrı Melez adlı şiirinde de sürdürüyor Gonca Özmen.”

“Beyaz ve siyah kavramları bu anlamda kutuplaşmayı, “ikili karşıtlıklar”ı, farklılıkları işaret eder. Özmen’in Melez şiirinde farklı olanın dışlanmasına verdiği tepki, Derrida’nın “ikili karşıtlıklar” üzerine kurulu Batı felsefesine, diline yönelik eleştirisinden izler taşır.”

Bize biribirinden bağımsız iki içerik gibi sunulan şey esasında bir “workshop”. Gonca Özmen ve iki arkadaşının muhtemelen daha kitap basılmadan veya kitabın çıkmasının hemen ardından hazırladıkları ortak bir iş. Olabilir, Gonca Özmen işine gelince “çağın hızını şiire yakıştırmış” deyip konumuza dönelim.

Özmen okurları olarak mesajı aldık; hem Özmen, hem Durukan, Özmen şiirinde cinselliğe, “cinsiyet rolleri”ne vurgu yapıyor. bile isteye’de cinsellik üzerine bir “cüret” aramak boynumuzun borcu oldu.

Kitapta en çok tekrar edilen sözcüklerden biri “gövde”. “Cinsellikte cüret”e ise bizi ancak Gonca Özmen kadar yaklaştırabilecek bir sözcük. Şiirlerdeki kullanımı ile “gövde”de cesaretten çok cinselliği hâlâ yeme içme gibi temel ihtiyaçlar kadar normalleştirememiş bir yaklaşımın izlerini buluyoruz. Kitabın en çok öne çıkarılan “BİLE İSTEYE” şiirinden bir örnek:

“Gövdem kederden bir tabanca

Üstünde patlamaz değil” s. 9

Burada “gövde,” bırakın cinsellikte cesareti tam tersine cinselliği örten bir paravan işlevi görüyor. Gövdeyi, orgazmı anlatırken klitoristen, penisten, vajinadan, spermden, kalçadan bahsetmeyen bir şiirde cüret bulmak için herhalde ya geçmişteki tüm cüretkâr atılımlarından bihaber olmak ya da örtük göndermeden medet ummak gerekir. Herkes sevsin diye gizlenirseniz, esas derdinizi söyleme özgürlüğünü de kaybedersiniz. Çok da geçmişe gitmeye gerek yok esasında, Özmen’e övgüler yağdıran arkadaşı Deniz Durukan bu konuda kendi şiirinde çok daha cesurken rol kaptırıyor. Üçüncü dizede şiirin nabzı ayna klişesiyle düşse de Durukan’ın oral seksi ve ağızda boşalmayı anlattığı “Çivi” adlı şiiri bu bakımdan Özmen’e göre kıyas götürmez bir şekilde daha cesurdur:

“ne sperm izi, ne doğmamış çocuk korkusu

çürük bir elma tadı dudaklarımda

artık korkmuyorum ayna

kızıl bir pencereden bakıyorum hayata”10

Gonca Özmen’in şiirlerinde heteroseksüel ilişkide “gövde” ile perdelenen cinsellik homoseksüel ilişkide de aynı muameleye tabi tutuluyor:

“Varsın iki kadın patlatsın gövdesini aynı anda” s. 19

Konu orgazm, lezbiyenlerin hayatlarıyla ödediği ve hâlâ ödemeye devam ettikleri bedeli Gonca Özmen türbinlere oynamak için aynı argüman ve aynı fiille şiire alıyor, “gövde” ve “patlatmak.” Bu kadar.

Birkaç örnek daha verip gövde mevzusunu da kapatalım:

“bir sevişmenin bittiğini gövdemizin ucunda” s. 20

“Yenice terlemişken gövdemdeki hayvan” s. 33

“Biter biter gövdene başlardım” s. 43

Özmen’in vardığı yer “sahicilik”, “yenilik”, “cesaret”, “başkalık” değil, beğenilme ve sevilme arzusu. Her şair yazdığı şiirin okurda bir karşılık bulmasını bekleyebilir, bunda bir sorun yok ancak şairin kendini okura ve dönemin onay mercilerine göre konumlandırması şairi uzlaşmaya, kendi iç dinamiklerinden uzaklaşmaya ve vasata sürükler. John Ashbery’nin, “yaptığın sanat ne kadar kötüyse hakkında konuşmak o kadar kolaydır” sözünü hatırlayalım.11 “Herkes beni anlasın, herkes beni sevsin” şeklinde özetleyebileceğimiz bir yazma motivasyonun şairi getireceği yer burasıdır; kağıt üstünde “başarı” gibi görünen bir “kariyer” ve ne yazarsa yazsın övmeye hazır bir arkadaş çevresi. “Cüretkar” bir şiir mi? Biz bulamadık.

1. Gonca Özmen, bile isteye, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019. Yazının devamında bu kitaptan yapılan tüm alıntılar sayfa numarası ile belirtilmiştir.

2. www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/10/19/gonca-ozmen-gectigim-yollari-bile-isteye-yazdim/

3. Adam Phillips, Kreşteki yabani, Ayrıntı Yayınları, 2000, s. 47–48.

4. Kubilay Aktulum, Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi, 2000, s. 43.

5. Aslı Serin, bu benim zip., Pan Yayıncılık, 2007, s. 42.

6. Gökçenur Ç., “Diyalojik Okuma”, Kitap-lık, S.207, s. 141.

7. Şeref Bilsel, “Gonca Özmen, bile isteye”, Hayal, S.72.

8. www.gazeteduvar.com.tr/video/2019/10/14/duvar-yazisi-sair-gonca-ozmen-zamana-siirle-sozcuklerle-yeniden-baktim/

9. www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/10/17/gonca-ozmen-bile-isteye-diyor/

10. Deniz Durukan, şakağına daya beni, Komşu Yayınları, 2005, s. 23.

11. Adam Phillips, Hep Vaat Hep Vaat, Metis Yayınları, 2017, s. 31.

--

--